Sayfalar

3 Aralık 2012 Pazartesi

Türkiye'de Tarım Sektörü ve Atatürk'ün Tarım Anlayışı



Tarım Sektöründe Açı Gerçek
Yüksek borç altında ezilen çiftçi zor günler yaşıyor. Türkiye "ihraç edemeyecek kadar fazla üretiyoruz" denilen ürünleri dahi ithal eder duruma geldi.
Bununla birlikte canlı hayvan ücretlerinin düşüp yem maliyetlerinin 400 kat artması da hayvancıkla geçinen köylüleri vurmuş durumda.
Cumhuriyet’in haberine göre, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, Türkiye fındık, kayısı, incir, kiraz, vişne, ayva ve haşhaş tohumu olmak üzere yedi ürünün üretiminde dünya sıralamasında başı çekiyor. Ancak son yıllarda uygulanan tarım politikaları nedeniyle Türkiye Çin'den fasulye, kayısı ve kuru sarımsak, İtalya'dan ıspanak, ABD'den fındık, Güney Afrika'dan satsuma mandalina, Şili'den sofralık üzüm, İran'dan karpuz, İtalya ve Şili'den elma, Kosta Rika'dan kavun, İtalya'dan kuru üzüm, İran'dan kuru kayısı ile lahana ve İspanya'dan marul ithal etmek zorunda kalıyor. Girdi maliyetlerinin yüzde 7.8 arttığı ülkede, hayvancılıktan pamuğa, hububattan sebzeye kara bir tablo oluştu.
2012 tarım sektörünü değerlendiren Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Başkanı İbrahim Yetkin’in verdiği bilgiye göre, tarım işletmeleri kredi borcu altında ezildi. TZD araştırma servisinin hazırladığı rapora göre Türkiye’nin tarım gerçeği özetle şöyle:
Çiftçinin elektrik dağıtım şirketlerine borcu 2.1 milyar TL, faiz tutarı 1.8 milyar TL’ye vardı.
Çiftçinin Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine borcu 22 milyar 300 milyon liraya yükseldi.
Çiftçinin bankalara kredi borcu geçen yıl sonu itibarıyla 32 milyar TL oldu.
DPT’nin araştırmasına göre 2015’te Türkiye’de 170 bin ton civarında et açığı oluşacak. Hayvan kaçakçılığındaki olağanüstü artış sıkıntıyı katlayacak.
Üretici geçen yıl 500-600 liraya sattığı koyunu şu anda 300-350 liraya satamıyor. Geçen yıl 10-11 liradan satılan canlı hayvanın kilosu, şimdi 6-7 lira.
Bir süt ineğinin günlük yem maliyeti 10 TL. Bu yıl samanın kilosu yüzde 400 arttı. Geçen yılki saman masrafı 100 lira idi.
Yem açığı 13-14 milyon ton.
Bu yıl tarıma 7.5 milyar lira destek verildi. 2013 bütçesinde çiftçiye ayrılan destek miktarı 9 milyar lira olarak belirlendi. Artış yeterli değil.
Buğday üreticisinin dekara yaptığı mazot harcaması 56 TL. Mazot desteği olarak aldığı prim 4 TL. Destek, masrafın yüzde 7’sini karşılıyor.
Tarımda yılda 3.5 milyar ton mazot kullanılıyor. Bu mazotun ÖTV ve TDV’si 9 milyar TL tutuyor. 2013’te verilecek 9 milyar TL’nin tamamı çiftçinin ödediği mazot parasından alınan ÖTV ve KDV olarak geri alınacak.
2012 ithalat kalemlerine bakıldığında Çin’den fasulye, İtalya’dan ıspanak, ABD’den fındık, Güney Afrika’dan satsuma mandalina, Kosta Rika’dan kavun, Türkmenistan’dan portakal, Arjantin’den limon, Bulgaristan’dan nar, Çin’den kayısı ve kuru sarımsak, İran’dan kuru kayısı ile lahana ve İspanya’dan marul ithal edildi.
Üretim açığı bir kenara bırakılsa bile fındık gibi dünyada bir numara olduğumuz üründe bile ithalat yapılıyor. Buna karşın çiftçiye "rekolte fazla, ihraç edemiyoruz" denilerek fındık fiyatları düşük tutuluyor.
Üretim açığı olan birçok üründe küçük bir destekle açığı kapatmak mümkün. Ancak mevcut tarım politikalarına bakıldığında hükümetin böyle bir kaygısı olmadığı anlaşılıyor.
Kaynak : Mynet Haber
TÜRKİYE'DE EL TOHUMUYLA
TARIM DÖNEMİ BAŞLADI
Tarım ülkesi olan Türkiye son 10 yılda 860 milyon dolarlık tohum ithal etti.
Dünyanın sayılı tarım üreticisi ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alan Türkiye, tarımsal teknolojide yeterince gelişememenin bedelini son 10 yılda 860 milyon dolarlık tohum ithal ederek ödüyor. Ankara Ticaret Odası'nın (ATO) ''Tarımsal Üretim ve Tohumculuk'' konusunda yaptığı araştırmaya göre, Türkiye, karpuz tohumunu Amerika'dan, domates tohumunu Fransa, ABD ve Hollanda'dan, lahana tohumunu Almanya ve Hollanda'dan, turşuluk hıyar tohumunu ABD'den satın alıyor.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tohumculuk Daire Başkanlığı;nca hazırlanan Ülkesel Tohumluk Tedarik Dağıtım ve Üretim Programı'nda yer alan verilere göre, Türkiye'de 2012 yılında 385 bin ton tohumluk üretimi gerçekleştirildi. Bu miktar, 2011 yılında 324 bin ton 2010 yılında da 290 bin ton, olarak gerçekleşmişti.
Türkiye'de en fazla üretimi yapılan tohumluk, 227,8 bin ton ile buğday tohumluğu oldu. Yıllık 600 bin ton buğday tohumluğu ihtiyacı olan Türkiye'de üretilen sertifikalı tohumluk, toplam tohumluk ihtiyacının yaklaşık yüzde 40'ını karşılıyor. Kalan bölümü ise, çiftçinin mahsulden ayırarak ertesi yıl kullandığı tohumluk oluşturuyor.
Türkiye'de 2010 yılında, 36 bin ton arpa, 28,9 bin ton hibrit mısır, 58,8 bin ton patates, 10,8 bin ton pamuk, 9,3 bin ton hibrit ayçiçeği, 5 bin ton çeltik, 2,7 bin ton sebze tohumluğu üretildi. Türkiye'de tohumluk pazarı, 2010 yılında 158 milyon doları ithal olmak üzere yaklaşık 600.650 milyon dolarlık büyüklüğe ulaştı.
10 YILDA 860 MİLYON DOLARLIK İTHALAT
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tohumculuk Daire Başkanlığı verilerine göre, Türkiye 2002-2010 yıllarını kapsayan dönemde toplam 860 milyon dolarlık tohumluk ithalatı yaparken, aynı süre içerisinde 339 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi.
Türkiye, 2012 yılında, 158 milyon dolarlık tohumluk ithalatı, 70,7 milyon dolarlık da ihracat yaptı. Endüstri bitkileri, tarla bitkileri, sebze ve yem bitkileri olmak üzere toplam 30 bin ton tohumluk ithal edilirken, Türkiye'de üretilerek yurt dışına satılan tohumluk miktarı da 21,8 bin ton oldu.
Türkiye 2012 yılında, 4 bin 860 tonluk buğday, arpa, hibrit mısır ve çeltikten oluşan tarla bitkileri tohumluğu ithalatına 17 milyon 117 bin dolar ödedi. İthalat içinde en büyük payı 97 milyon 995 bin dolar ile, 2 bin 498 tonluk sebze bitkileri tohumluğu oluşturdu.
Pamuk, ayçiçeği, kanola, patates ve şeker pancarı tohumunun da içinde yer aldığı toplam 11 bin 155 tonluk endüstri bitkileri tohumluğu için de 29 milyon 705 bin dolar ödedi.
EBEVEYN TOHUMLUK İTHAL ETTİ, SERTİFİKALI TOHUM ÜRETİP SATTI
Özellikle hibrit tohumlukta ithalatı fazla olan Türkiye, son 20 yıla kadar sıfır noktasında olan tohumluk ihracatını 70 milyon 766 bin dolar seviyesine çıkardı.
Türkiye'nin tohumluk ihracatı içerisinde en önemli iki kalemi hibrit mısır ve hibrit ayçiçeği tohumluğu oluşturuyor. Türkiye ihracını gerçekleştirdiği bu hibrit tohumların ''ebeveyn tohumlukları'' ise ithal ediyor. Önce, ebeveyn tohumluklar, ekilip yetiştiriliyor, bunlardan da hibrit yani sertifikalı tohumluk üretiliyor. Üretilen hibrit tohumlukların bir bölümü yurt içi tarımsal üretim için kullanılırken, kalan bölüm de ihraç ediliyor. 2012 yılında 70 milyon 766 bin dolara ulaşan ihracatın yüzde 71'ini, yani 50 milyon 148 bin dolarlık bölümünü 10 bin 921 ton hibrit mısır ve 4 bin 719 ton hibrit ayçiçeği tohumluğu oluşturdu. Türkiye aynı yıl, sonraki yıllarda ihraç etmek ve kendi ihtiyacını karşılamak amacıyla 529 ton hibrit ayçiçeği 4 bin 18 tonda hibrit mısır tohumluğu ithalatı yaptı.
Anavatanı Amerika olan patates için de mısır ve ayçiçeğinde olduğu gibi ''ebeveyn tohumluğu'' ithal ediliyor. 2010 yılında 56 bin ton patatesin üretildiği Türkiye'de, sonraki yıllarda sertifikalı tohumluk üretimlerini gerçekleştirebilmek için 9 bin 590 ton patates tohumluğu ithal edildi.
AYAŞ DOMATESİNİN TOHUMLUĞU FRANSA'DAN
ATO'nun araştırmasına göre, Türkiye'de toplam sebze üretimi içerisinde yüzde 40'lık payı olan domates, üretiminde hibrit tohumluğu tercih edilen sebzelerin de başında yer alıyor. 2012 yılında 10 milyon 745 bin ton domates üretimi yapılan Türkiye'de, 22 bin 970 kilogramı hibrit olmak üzere toplam 47 bin 15 kilogram domates tohumluğu ithal edildi.
Son yıllarda sıkça duyulan ''domatesin neden eskisi gibi kokmadığı'' sorusunun cevabı da kullanılan tohumluklarda. Hibrit domates tohumluğundan elde edilen verimin yüksek, ürünün raf ömrünün uzun olması, uzun yol nakliyesine imkan vermesi ve mevsiminin dışında üretilebilir olması, çiftçinin hibrit tohumluk tercih etmesine neden oldu. Tüketicilerin ucuz, buzdolabında uzun süre bozulmadan kalan domates istemesi de çiftçilerin tercihini destekledi. Beklentiler ve tercihler değişince, Türkiye'de domates üreticilerinin bir bölümü yerli çeşitlerin yerine ABD, Fransa ve Hollanda'dan ithal tohumluklar kullanmaya başladı. Örneğin Ankara'nın Ayaş ilçesinde üretilen ünlü ''Ayaş domatesi'' tarihe karıştı. Pazarlarda Ayaş domatesi olarak satılan domatesin tohumluğu Fransa'dan ithal ediliyor.
Öte yandan, domates tarım ürünleri ihracatı arasına domatesi de koyan Türkiye, 2012 yılında bin 470 kilogramı hibrit olmak üzere 22 bin 858 kilogramda domates tohumluğu üretti. Türkiye'nin 2010 yılında elde ettiği hibrit tohumluk içinde ithalat oranı yüzde 94 olarak gerçekleşti.
TURŞULUK HIYAR ABD'DEN
Araştırmaya göre, Türkiye'nin en fazla hibrit tohumluk kullandığı ikinci sebze hıyar oldu. Türkiye, 2012 yılında 1 milyon 734 bin ton hıyar, 5 bin 692 kilogramı hibrit olmak üzere 8 bin 980 kilogram da hıyar tohumluğu üretti.
Türkiye'nin aynı yıl 29 bin 353 kilogramı hibrit olmak üzere toplam 37 bin 244 kilogram hıyar tohumluğu ithal etti. Türkiye'de hasadı yapılan turşuluk hıyarların hibrit tohumu ABD'den ithal edildi. İthal edilen hibrit tohumluğun toplam hibrit tohumluk içindeki oranı yüzde 84 oldu.
Türkiye'de ithal tohum kullanılan sebzelerin ilk sıralarında kabak da yer alıyor. 2012 yılında 328 bin ton kabak üretilen Türkiye'de, 14 kilosu hibrit olmak üzere 4 bin 856 kilo kabak tohumluğu üretildi. Türkiye aynı yıl, 23 bin 604 kilogramı hibrit olmak üzere 24 bin 404 kilogram kabak tohumunu yurt dışından satın aldı. 2012 yılında kayda giren hibrit kabak tohumluklarının yüzde 99'u ithal edildi.
DİYARBAKIR KARPUZU AMERİKAN TOHUMLUĞUNA YENİLDİ
ATO'nun araştırmasına göre, çiftçilerin, uzun yola dayanıklı ve kısa sürede meyve veren tohumları tercih etmesi, Diyarbakır karpuzunun ABD'den ithal tohumluğa yenilmesine yol açtı. Üretici ve tüketici tercihlerindeki değişiklik karpuzda da yaşanınca Diyarbakır karpuzu, sadece Dicle nehri kıyısındaki Erimli, Sivritepe, Güzel, Develi gibi birkaç yüz dönümlük kısıtlı alanda yetişir oldu.

TÜİK verilerine göre, Türkiye'de 2012 yılında 3 milyon 810 bin ton karpuz üretildi. Türkiye'nin 2012 yılı karpuz tohumluğu üretimi ise bin 83 kilogramı hibrit olmak üzere 5 bin 43 kilogram oldu. Aynı yıl yapılan tohumluk ithalatı da 11 bin 898 kilogramı hibrit olmak üzere 58 bin 827 kilogram olarak gerçekleşti. Bu verilere göre, 2012 yılında temin edilen tohumluğun yüzde 92'si ithal edildi.
HİBRİT HAVUÇ VE LAHANA TOHUMUNUN TAMAMI YABANCI
2012 yılında Türkiye'de 593 bin ton havuç üretilirken, aynı yıl ithalatla 26 bin 111 kilogramı hibrit, 8 bin 108 kilogramı standart yani hibrit olmayan olmak üzere toplam 34 bin 219 kilogram havuç tohumluğu satın alındı. Aynı yıl 889 kilo standart havuz tohumluğu da Türkiye'de üretildi. Bu verilere göre, Türkiye'de hibrit tohumla üretilen havuçların tamamının tohumluğu ithal edildi.
TÜİK verilerine göre, 2012 yılında 207 bin ton beyaz lahana üretilen Türkiye'de, üretim için gereken tohumluğun tamamı dışarıdan satın alındı. 64 kilosu hibrit olmak üzere 483 kilo lahana tohumluğu ithal edildi. Lahana tohumlukları Almanya ve Hollanda'dan ithal edildi.
Aynı şekilde, Türkiye'de üretilen lahanagiller ailesinin diğer sebzeleri olan karnabahar ve brokolinin de tohumlukları yurt dışından ithal edildi.
ISPANAK TOHUMU DA YABANCI
2012 yılında 225 bin ton ıspanak üretilen Türkiye'de kullanılan 625 bin 88 kilo tohumluğun yüzde 80'ini oluşturan 500 bin 218 kilo tohum Avrupa, Amerika ve Güney Batı Asya'dan ithal edildi. İthal tohumların yüzde 75'ini oluşturan 191 bin 713 kiloluk bölümünü hibrit tohumlar oluşturdu. Marul, patlıcan, soğan ve turp üretiminde de hibrit tohumlar ağırlıklı olarak yurt dışından satın alındı.
KAVUNDA YERLİ TOHUM GÖZDE
ATO'nun araştırmasına göre, Türkiye, kavun üretiminin önemli bölümünün yüzde 85'i kendi geliştirdiği çeşitlerden ürettiği tohumlarla karşılıyor.
2012 yılında 1 milyon 679 bin ton kavunun üretildiği Türkiye'de 49,4 bin kilosu standart, 838 kilosu hibrit olmak üzere 50,2 bin kilo kavun tohumluğu üretildi. Aynı yıl, 2,3 bin kilosu hibrit olmak üzere toplam 8 bin 500 kilo kavun tohumluğu ithal edildi.
BİBER TOHUMUNUN YÜZDE 80'İ YERLİ
Türkiye'de tohumculuk şirketlerinin, pek çoğunun yeni kurulduğu ve sınırlı sermayeye sahip oldukları için, ARGE faaliyetlerine yeterince kaynak ayıramadığı belirtilen ATO'nun araştırmasına göre, Türkiye çeşit geliştirme ve hibrit tohum üretiminde henüz emekleme aşamasında olmasına rağmen, çeşit geliştirme çalışmalarında başarılı olan şirketler ve geliştirdikleri yerli ürünler de var. Bu ürünlerin başında çarliston biber geliyor.
Ülkesel Tohumluk Tedarik, Dağıtım ve Üretim Programı'nda yer alan verilere göre, Türkiye, biber üretiminin yüzde 80'ini yerli tohumdan gerçekleştiriyor. 2012 yılında 1 milyon 837 bin tonu standart, bin 283 kilosu hibrit olmak üzere toplam 53 bin 586 kilo biber tohumluğu üretildi. Aynı yıl, 4 bin 140 kilosu hibrit olmak üzere toplam 11 bin 834 kilo biber tohumluğu ithal edildi.
NENEHATUN BUĞDAY TOHUMLUĞU
Yabancı ya da yerli de olsa Türkiye'de üretilen tohumların Tarım Bakanlığına bağlı Tohumluk Tescil ve Sertifikasyon Merkezi Müdürlüğü tarafından tescillenmesi yani kayıt altına alınarak Türkiye'de yetiştirilmelerine onay verilmesi gerekiyor. Halihazırda, tüm tarla bitkisi türlerinde bin 763 çeşit tescilli ve tüm sebzelerde 3 bin 175 çeşit olmak üzere 4 bin 938 çeşit kayıt altına alınmış durumda. Tescillenen çeşitlerin 3 bin kadarı da Türkiye'de üretiliyor.
Tescillenen buğday tohumlarından bazıları Ahmet Ağa, Ali bey, Basri bey, Nenehatun isimlerini taşırken, arpa tohumları arasında da Aydan Hanım, Süleyman bey ve Vamık hoca isimliler yer alıyor.
HİBRİT TOHUM NEDİR?
Hibrit tohum, aynı türe ait bitkinin genetik bakımdan kendisiyle yakın akraba olmayan bir başka bitki ile tozlanmasıyla yani melezleşmesiyle elde ediliyor. Yani aynı bitki türünün farklı ailelerden gelen ana ve baba bitkiler birleştirilerek F1 denilen melez tohum elde ediliyor. Elde edilen tohum, hastalık ve zararlılara, sıcağa ya da soğuğa karşı dayanıklılığı, raf ömrünün uzunluğu ve yüksek verim sağlaması gibi nedenlerle üretimde tercih edilirken, eskiden beri yetiştirilen yerel çeşitler piyasadan çekiliyor, hatta bunlar gen bankaları tarafından muhafaza edilmedikçe yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
F1 denilen hibrit tohumdan üretilen ikinci ve daha sonraki nesiller ilk melezleşmede elde edilen olumlu özellikleri taşımadığı için F1 tohum ancak bir yıl başarılı şekilde tarımsal üretim için kullanılabiliyor. Aynı yüksek verimi, bitki performansını veya istenilen kalite özelliklerini elde edebilmek için hibrit tohumluğun her yıl satın alınması gerekiyor.
TARIMDA YETERLİLİK TEKNOLOJİYE BAĞLI
ATO Başkanı Salih Bezci, Türk tohumculuğunun kendi çeşitlerini geliştirmesi ve gelişmiş ülkelerle rekabet edebilmesi için, üreticisinden ihracatçısına kadar tüm kesimlerin bir araya gelerek tohumculuğu desteklemesi gerektiğini söyledi. Dünyada verimli üretim arayışlarının tohumdan başladığına dikkat çeken Bezci, '' Tarımda yeterlilik artık toprağa değil, teknolojiye bağlı. Tarımda, tohumculuktan başlayarak ARGE çalışmalarını desteklemek, tohumluğa para saymak yerine teknolojiye yatırım yapmak gerekiyor '' dedi.

Türkiye'de ARGE çalışmalarının özel sektör eliyle yürütülmesi gerektiğine dikkat çeken Bezci, şunları kaydetti:
'' Biz yerli çeşitlerimizin tohumlarını üretmek istiyorsak başka vergi desteğiyle, yapısal düzenlemelerle, kredilerle, bilimsel danışman, uzman ve ekipman desteğiyle tohumculukta araştırma geliştirme çalışmaları yürüten firmaları desteklemek zorundayız. Hibrit tohumların her yıl satın alınması gerekiyor. Elden gelen öğün olmaz. Bu nedenle tarım politikası önce ARGE üzerine kurulmalı.''
Haber: AKDENİZ HABER AJANSI – (AHA)
Kaynak :

İşte Türkiye'de tarım gerçeği
Ekonomist Dr. Mehmet Cavlı, son 20 yılda Türkiye'de tarım ve hayvancılığın nerelerden nerelere geldiğini Mynet Finans'a özel bir çalışma ile gözler önü serdi.
Tarım ve hayvancılık konuları dünya ülkelerinin hassas ihtiyaçları arasında yer alıyor. Her ülkede ilk stratejik sektör tarım ve hayvancılıktır. Önceki yıllarda sadece Afrika ülkelerinde açlık tehlikeli bir halde iken, son yıllarda diğer kıtalarda da tarım ve hayvancılık önemsenecek duruma girdi.
Farz edin ki; bir hastaneye gidiyorsunuz. Hastasınız. Sağım yada solumda ağrı var der, teşhisi doktordan istersiniz. Bir organınız ya da bölgesel bir fonksiyonunuzda sıkıntı ortaya çıkacaktır. Hastasınız ya...
Röntgen, MR, ultrason, kan ve diğer tahliller sonucu doktor tavsiyesini ve reçetesini elinize alır, evinize dönersiniz. Bir süre sonra da kontrol istenirse kontrole gelirsiniz. Vücudunuzun neresi ağrırsa ağrısın bütün vücut yıkılır.
Öyle değil mi?
Bu örnekten giderek, tarım ve hayvancılığın ülkemizdeki önemini izah etmek istedim. Yıllar itibariyle, ne idik, ne olmuşuz göresiniz dedim. Türkiye İstatistik Kurumu'nun rakamlarını yorumsuz şekilde bilgilerinize sunuyorum.
TÜİK, "2009 nüfus sayımı istatistiklerine göre, toplam nüfusun yüzde 75,5’i (54.807.219 kişi) il ve ilçe merkezlerinde ikamet ederken, yüzde 24,5’i (17.754.093 kişi) belde ve köylerde ikamet etmektedir.” diyor.

Anlayacağınız, "Köylümüz ve çiftçimiz kalmamış ki, tarımımız, hayvanımız, hayvancılığımız kalmış olsun" diyeceksiniz. Haklısınız... Bizi besleyen, köylümüz ve çiftçimizdir. Bu ülkenin saf, çalışkan, dürüst, misafirperver işçileri ve efendileridir.
"Kurtuluş Savaşı'nda atalarımızın çektiği açlığı unutmadık. Bir zamanlar, tarım ve hayvancılığın en mükemmel ülkesi idik. Tarımda da, hayvancılıkta da ihracatımız vardı" der, geçmişi hatırlatabilirsiniz.
Bugünlere nasıl oldu da gelindi?
Tarım ve hayvancılık ithalatı niye arttı? 
Tarım arazilerimiz niye ekilmiyor, sulanmıyor?
Genç nesil niçin çiftçilik yapmıyor? Niye hazırı yiyoruz?
Satın aldıklarımızın para kaynağı neler? Her şey normal mi?
Bu tabloları, yüzlerce ziraat mühendisi, yüzlerce veterineri, yüzlerce mühendisleri mezun eden üniversitelerin hocaları açıklasın. Odalar, borsalar açıklasın. Akademik projeler görelim. Bu ülke hepimizin. Bilgi, tecrübe, projeler ortaya konulsun.
Tablolarla sizi baş başa bırakacağım. 17 adet TÜİK tarafından yayınlanan seçilmiş tabloları inceler, sonra "her şey çok iyi, sorun yok" diyebilirsiniz.
Tarım ve hayvancılık sektöründe oluşan tabloları, yıllar itibariyle takdim ediyorum. Nüfus artışımızı da dikkate alarak değerlendirirsiniz. Para piyasalarında ki istatistikleri kumar misali gelecek tahmini, kumar misali diğer tahminleri bu sektörde yapamazsınız.
Her şey ortada gelişiyor. Yüce Allah ülkemize kuraklık verdirtmesin. Yoksa tarım ve hayvancılığımız çok sıkıntı çekebilir, bizler ithalata bağımlı bir ülke haline dönebiliriz. İsterim ki sektörün uzmanları değerlendirsin.
Dünya ülkeleri dertli diye biz oturamayız.
Tablolarımızın yorumlarını size bırakarak bilginize sunuyorum. Yorumlarınız çok önemli.
TABLO 1 - TABLO 2


























TABLO 3 -  TABLO 4 - TABLO 5



























TABLO 6














TABLO 7



















TABLO 8














TABLO 9













TABLO 10















TABLO 11









TABLO 12






























TABLO 13
























TABLO 14







































TABLO 15






















TABLO 16






















TABLO 17























TABLO 18
















Kaynak : Dr. Mehmet Cavlı /( dr.mehmetcavli@mynet.com ) Güncelleme:18 Ocak 2011 10:50

Atatürk’ün Tarım Alanında
Getirdiği Yenilikler ve Bunların Önemi
Yurdumuzun Atatürk dönemine ait ekonomik ve tarımsal anlamda yapısını açıkça belirtmek için Cumhuriyetten evvelki Osmanlı İmparatorluğu’na ait dönemi kısaca gözden geçirmek yerinde olur.Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan önce çok cılız bir ekonomiye ve sanayi kuruluşuna sahip olduğunu, 1913 Sanayi Sayımı sonuçlarından öğreniyoruz. 1913’de makine kullanılan ancak 269 işyeri vardı. Ve bu işyerlerinde 1700 işçi çalışıyordu. Gıda endüstrisinde 76, mensucat endüstrisinde 75 işyeri mevcuttu.Diğer önemli sanayiler, topraktan mamul eşya, deri, kösele gibi diğer sektörler idi.
Kısacası 1914 yılında Osmanlı Devleti’nin ekonomik durumu tam bir iflasın eşiğinde bulunuyordu.

Ülkenin bütün gelir kaynakları ve serveti yabancı devletlerin veya bu devletlere bağlı kuruluşların ipoteği altına girmişti. O zamanın para değerimize göre dış borçlarımızın tutarı 15 milyon Osmanlı Lirası’nı bulmuştur.Bu günkü değeri trilyonların üzerinde bir borç! Ülkenin dışarıya sattığı malların dış piyasadaki düşük bedeli sebebiyle, hakiki değerin ancak %57’si devlet kasasına giriyordu. 1881 yılında kurulan “Düyun-u Umumiye” yurdun bütün kaynaklarına el atmış durumda idi (şu anda IMF’nin tam anlamda olmasa bile bir nevi yaptığı gibi). Devletin bütün gelirleri (vergileri) bu kuruluşun elinde borçlara karşılık tutuluyordu. Yabancıların yapmış olduğu yatırımların tutarları 6 milyarı bulmakta, bunların karşılığı her yıl 29 milyona yakın Osmanlı Lirası dışarı çıkıyordu. Ödemeler dengesinde büyük bir açıklık vardı.

Sermaye birikimi şöyle dursun, boğazımıza kadar borca girmiştik. Sanayinin “s”sinden bahsetmemiz dahi mümkün değildi.O zaman nüfusumuz 14 milyondur. Tespit edilen gayri safi milli hasıla 210 milyon liradır. Bunun %15’e yakını borçların karşılığı yurtdışına çıkmaktadır.1914 Devlet Bütçesi yaklaşık 30 milyon Osmanlı Lirası’dır. Dışa ödenen meblağ yaklaşık 32 milyon Osmanlı Lirası’dır. Yani devletin yıllık gelirinin (bütçesinin) tamamı borçlarımızı bile ödeyecek miktarda değil. Kısacası Devlet iflas etmiş. Anadolu kendi kaderine terk edilmiştir.Tam olarak dışa bağımlı bir ülke haline getirilen Osmanlı Devleti’nin 1914 Dünya Savaşı’na sürüklenmesi ekonomik bağımsızlığını yitirmiş olmasından ileri gelmiştir.

Savaş sonunda nüfusu 12 milyona inmiş olan Osmanlı toprakları yer yer işgal altına girmiş, artık Osmanlı Devleti’nin kaderi işgalci devletlerin insafına ve aralarındaki çıkar çatışmalarının durumuna terk olunmuştur.Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlardaki ekonomik çöküntüsü Milli Mücadele yıllarında da devam etti. Yeterli silah ve teçhizatı bulunmayan eğitim düzeyi son derece zayıf, ulaşım araç ve imkanlarından mahrum bir ordu ile Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması, Atatürk’ün askeri dehası, liderlik vasfı, ordunun kuvvetli ve kararlı oluşu ile açıklanabilir. Bunun için Milli Mücadele sona ermeden Atatürk’ün ilk işi eksikliklerini ve sıkıntılarını her zaman duyduğu iki alanda devrimlerini başlatmak olmuştu. Bunlardan birincisi Bursa’da topladığı “Maarif Kongresi”, diğeri de İzmir’de topladığı “İktisat Kongresi” idi.

Atatürk düşünüşünde ekonomik konuda güçlü olmak, milletin istiklali ve memleketin bağımsızlığı ile paraleldir. Ve çok önemlidir. Ekonomik yönden geri kalmak, esir olmak anlamına gelir. Bu nedenle Atatürk yeni Türkiye’yi yaratırken tarihteki hataları tekrarlamayacak bir yol izlemektedir.
Atatürk İlkeleri arasında Devletçilikle, milli ekonomiden güç alan bir Milli Eğitimle, Türk toplumunu bütün sosyal kuruluşları ile çağdaş uygarlık doğrultusunda kalkındırmak anlamına gelir. Daha kısa bir deyişle Devletçilik milli ekonomidir.

O yıllarda Türkiye’nin bir yanında Faşizm, bir yanında komünist bir yöntem yürürlüğe girmişti. Atatürk öteden beri, hareket serbestliğini kısıtladığı için bir takım teorilere ve ideolojilere karşı idi. Bu nedenle Atatürk bunların hiçbirine saplanmadı.Türkiye’ye ekonomik işlerde Türk Milleti’nin gerçeklerini yansıtan yepyeni bir görüş getirmek amacında idi.1922 yılında Atatürk, “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete hak kazananve lâyık olan da köylüdür. T.B.M.M. Hükümeti’nin izleyeceği yol bu temel yönde olmalıdır” diyordu. Dediğini de yapıyordu, yaptırıyordu.Bir taraftan çiftçinin çalışmasını geliştirmek için köylülere gerekli bilgiyi vermeye, tarım araçlarını kullanmasını sağlayarak makinenin yaygınlaşmasına çalışıyor, diğer yandan çiftçi ve köylünün emeklerinin sonuçlarından yüksek seviyede yararlanması amacı ile gerekli ekonomik tedbirlerin alınmasının zorunlu olduğunu belirtiyordu. Daha o yıllarda tarım okullarının açılmasına başladı. Çiftçinin diğer modern araç ve gereçlerle desteklenmesi için gerekli atılımlara yön verildi.

Bu atılımların amacını açıklarken devletçilik ilkesinin izleyeceği yakın ekonomik yönünü de çiziyor Atatürk. Çalışanların hayat seviyesinin yükseltilmesini sağlayacak olan tedbirlerin alındığını, Zonguldak İşçi Kanunu, Anadolu’da Genel Taşıma İşlerini Kolaylaştırmak İçin İşletmecilere Gerekli Müsaadeleri Veren Yönetmelik, Asker Ailelerine Yardım, Tarım Mükellefiyeti Yönetmeliği, Tohumluk Dağıtımı, Ziraat Bankası Aracılığı ile İşçilere Tarım Araç ve Gereçlerinin Dağıtılması vb. konularla ilgili yönetmeliklerin uygulanmasına başladığını daha ilk yıllarda görüyoruz.

Atatürk 1923 yılında yapmış olduğu bir konuşmada; “milletin başkanı olan zatın, halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması” gereği üzerinde durmakta; “Halkı genel durumdan haberdar etmek için son derece önem taşır, çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni çalışmaya başlayacaktır. İyi şeyleri yapacak, milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir” demektedir.Türkiye’de ilk sanayi planını hazırlatarak bu planı gerçekleştirmiştir. Böylece plan dışına çıkamayacak olan yöneticilerin, vatandaşların her isteğine evet demesinin önüne geçmiştir. Onun bu uygulamasının en belirgin örneği şudur:“Her vatandaşın arzu ettiğini yapmayı düşünmek, hayalperestliktir. Yapılabilecek şey herkesin arzusunun ortalaması olabilir. Arkadaşlar hepinizce malumdur ki, Parti ve ona mensup arkadaşların tümü hiçbir zaman yapmadıkları ve yapamayacakları şeyler hakkında kamu oyunu aldatıcı bir vaatte bulunmamayı bir prensip olarak kabul etmişlerdir.


Tarım Alanında Gelişme:


Türkiye’nin ekonomik kalkınması köyün ve köylünün kalkınmasına bağlı idi. Bir tarım memleketi olan Anadolu’nun en belli başlı kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında ilgisizlik yüzünden Türkiye’nin tarımı gelişememiş, pek ilkel bir şekilde kalmıştı. Bu geri kalışta aydın sınıfın, milletimizin çokluğunu teşkil eden ve üretici olan köylüye karşı kayıtsızlığının da payı vardır.

Cumhuriyet Hükümeti’nin Köycülük Siyaseti’nde kabul ettiği esaslar şunlardır:

1.Köylüden ağır vergileri kaldırmak.
2.Köye para ve kredi sağlamak.
3.Köylünün ürününü geliştirme ve koruma.
4.Köylünün bilgi ve görüşünü yükseltmek.
5.Toprağı olmayan çiftçilere toprak dağıtmak.


Osmanlı İmparatorluğu’nda köylü hükümete vergi verirdi, buna Aşar denirdi. Her çeşit toprak gelirinden onda birini devlet vergi olarak almakta idi. Cumhuriyet idaresi köylüyü ezen ve sefalete götüren Aşar usulünü kaldırmaya karar verdi (17 Şubat 1925). Yerine arazi vergisi kondu.


Köylüye Para ve Kredi Temini:


Aşar Sistemi yüzünden köylü parasız, tohumsuz ve hayvansız kalmış, köylüye üretim sermayesi sağlamak amacı ile 4 bin lira dağıttı. Bu para faizsiz uzun vadeli olarak verilmişti. Bu para ile köylü çift, çubuk, tohum gibi eksiklerini tamamladı. Ziraat Bankası kredi şartlarını kolaylaştırdı. Köylülere kredi verilmesini sağladı. 1929 yılında Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu. Çiftçilere kredi bulmak imkanını verdi.


Köylünün Ürünlerini Geliştirme ve Koruma:


Memleketin birçok yerlerinde “Tohum Islah İstasyonları” kuruldu. Köylülere pulluk dağıtıldı. Traktör kullanan çiftçiler korundu. Ziraî Donatım Kurumu, çiftçinin tarım aleti, makine ve kimyasal gübre ihtiyacını sağladı. Halka parasız fidan verdi. Numune çiftlikleri açtı. Dalaman Çiftliği en büyük numune çiftliği haline getirildi. Ankara’da Gazi Orman Çiftliği’ni kurdu. Hükümet buğday fiyatını korumak için gerekli gördüğü zaman Ziraat Bankası ve “Toprak Mahsulleri Ofisi” aracılığı ile buğday alım satış işlerini de üzerine aldı.


Tarım Okulları:


Birçok tarım okulu açıldı (Ankara’da açılan Ziraat Fakültesi’dir). Bu fakülte Ziraat Mühendisleri yetiştirir. Ziraat okulları ile diğer tarım kuruluşları teknik bilgileri çiftçilere ulaştırmak ve teknik elemanlara yeni bilgiler vermek maksadı ile kurslar açtı.


Topraksız Çiftçiyi Topraklandırma:
 

Köylü vatandaşların büyük bir kısmı topraksız idi. Cumhuriyet hükümeti, köylüyü toprak sahibi yapmak için birçok kanunlar çıkardı. 1925’de kabul edilen bir kanuna göre; Köylüye toprak vermek için hükümete ait toprak yoksa, hükümet arazi alır ve verir. İlk on yılda köylüye 1.077.526 dönüm arazi dağıtılmıştır. Toprak sahibi olan köylünün toprak, tohumluk, tarım araçları borçlarının 20 yılda ödenmesi kabul edildi. İlk işletilen arazi, yeni yetiştirilmeye başlanan fidanlıklar, bağlar ve zeytinliklerden belirli bir süre için vergi alınmaması kuralı kabul edildi.


Ormancılık:


Ormancılık Osmanlı İmparatorluğu’nun son devirlerinde korunamadı. Cumhuriyet Hükümeti ormancılığa önem vererek şu esasları kabul etti.

1.Ağaç kesimini, orman biliminin gösterdiği koşullar ve belirttiği miktarı aşmadan yapmak.
2.Çıplak alanlarımızı yeniden ağaçlandırmak.
3.Fenni ormanlar yetiştirmek.
4.Ormanlarımızı bir zenginlik kaynağı haline getirmek. İzmit’te “Kağıt ve Selüloz Fabrikası”, Gemlik’te “Suni İpek Fabrikası”, İstanbul’da “Kibrit ve Kontraplak Fabrikası” başlıcalarındandır. Orman Fakültesi de kurulmuştur.

Hayvancılık:


Tarımda olduğu gibi hayvancılıkta da geri durumda idik. Hayvanların büyük bir kısmı hastalıktan yok oluyordu. Hayvan hastalıkları ile geniş ölçüde mücadeleye girişildi. Sığır vebası, dalak, Ruan, uyuz hastalıkları ile mücadele edildi. Salgın hastalıklardan korunmak için; Ankara-Etlik, İstanbul-Pendik Bakteriyoloji ve Seraloji Enstitüleri açıldı. Ayrıca hayvan sağlığı ile ilgili müesseseler kuruldu. Hayvan yetiştirmeyi geliştirmek için haralar açıldı. Ayrıca teşvik için her yıl hayvan sergileri açılmaktadır. Sonuç olarak; 1972’de hayvanlarımızın sayısı 74.365.000’e varmıştır.

ATATÜRK DÖNEMİ TÜRKİYE TARIMI
“Kılıç kullanan kol yorulur. Fakat sapan
kullanan kol her gün daha çok kuvvetlenir”.
Gazi Mustafa Kemal  (1923)
GİRİŞ
Ulusal Kurtuluş Savaşı, antiemperyalist ve antikapitalist bir mücadele olarak başlamıştır denilebilir. Zira Osmanlılar döneminde ülkenin başlıca  ekonomik ve ticari faaliyetleri  yabancıların denetimine geçmiştir. Kapitülasyonlar,  dış borçlar vb. aracılığı ile ülke tamamıyla bir sömürü alanı halinde bulunuyordu. Makineye dayalı yabancı sanayi karşısında ülke sanayi tamamıyla çökmüş, Türk tarımının önemli bölümü metropol ülkelerin istemleri doğrultusunda  şekillenmeğe başlamıştı.
I.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Türkiye’nin topraklarının büyük bir kısmı  paylaşılmış ve işgal edilmiş, kendisine de İç Anadolu’da küçük bir yer bırakılmıştı. İki Balkan Savaşı, bir Dünya Savaşı yaşamış olan ülke, çok güç koşullarda emperyalizme karşı dünyada ilk Kurtuluş Savaşını vererek siyasi bağımsızlığına kavuşmanın gururunu taşımıştır [2]
Ancak burada şunu vurgulamak yerinde olacaktır. Atatürk ve arkadaşları, Ulusal Kurtuluş Savaşını siyasi ve askeri alanda başarıyla sona erdirmelerine karşın, tarihsel koşullar ve  dünya konjonktürü karşısında ülkeyi ekonomik bağımsızlığa kavuşturmada  bazı önemli güçlüklerle karşılaşmışlardır. Bu güçlükleri şöylece özetlemek mümkündür:
Bunlardan birisi ülkenin 1,5 asırdır uygulama eğiliminde olduğu Liberal ekonominin taraftarlarının yönetim kadrolarında egemen olmasıydı. Nitekim 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi bu eğilimi ortaya koymuş ve bu eğilim  yönetici kadrolarca da benimsenmiştir. Kaldı ki bu kadro  sık sık liberal ve  özellikle kapitalist ekonominin olumsuzlukları karşısındaki tedirginliklerini belirtmelerine karşın, aynı şekilde yeni uygulama alanı  bulmuş olan “sosyalist” ekonomiye de meyilli olmadıklarını sık sık belirtmişlerdir.
Diğer bir nokta ise ülkede geleneksel ekonomi biçiminin hakim olmasıdır. Henüz pazar deneyimi, sanayi deneyimi, vb. olmayan toplumda yeni bir ekonomi modelin işletmecilik biçimlerinin  kolay kolay  yaratılamayacağı  olgusudur. Bundan dolayı en önemli sorun,  Türk ekonomisini yeni çerçeve içinde ele alıp yorumlayabilecek  ve yeni uygulamaları yürütebilecek  kadro yetersizliği olmuştur.
Bu nedenle 1930’lara kadar İzmir İktisat Kongresi’nin  de etkisiyle yönlendirilen ekonomide liberal uygulama bir canlılık yaratamamıştır. Buna 1929 dünya ekonomik bunalımı  da eklenince  ekonomi büyük bir sarsıntı içine girmiştir. Nitekim 1930’da Atatürk’ün yanında bulunan Ahmet Hamdi BAŞAR  bu yıla ait bir gezi izlenimini şöyle dile getirmektedir:
“Köylü, sırtına giyecek ve boğazına sokacak bir şey bulamıyordu.Memleketi kalkınmaya götürebilecek bir manivela ise henüz keşfedilmemişti” [3]
1923-1938 döneminde özgün bir sosyo-ekonomik model  sentezleme denemesi 1930’lu yıllardan itibaren devreye girer.  Dünya ekonomi tarihinde  -sosyalist blok dışında- ilk planlamayı yapan  ve bunu devletçilik esprisi ile destekleyen ülke Türkiye olmuştur.
Bu model kapitalizmle  sosyalizm arasında  Türkiye’ye özgü bir devletçiliğin ağır bastığı bir model olmuştur. Bu modelin, aynı zamanda  Ulusal Kurtuluş Savaşı veren ülkeler için bir taslak model  olması için de çalışmalar yapılmış  ve uygun bir ekonomi felsefesinin  geliştirilmesi üzerinde durulmuştur. Bunun için 1932-1935 yılları arasında bir “KADRO” dergisi çıkarılmıştır [4]. Bu derginin amacı Türk Devrimine uygun bir felsefeyi ve ekonomik modeli oluşturmaktı[5].
Türkiye uzun savaşlar sonunda gıda maddeleri ithal eder duruma düşmüştü. Örneğin 1923’de 112437 ton buğday ithal eden ülke ancak 455 ton buğday ihraç edebiliyordu[6]. Yine 1923’lerde ithalatın beşte bir’inden fazlası gıda maddelerine aitti. 1930’lu yıllardan sonra ülke buğday ihraç eder duruma geldi.
Bu makalede Atatürk döneminde tarımsal yapı ve üretimdeki değişmeler ve bu değişimde etkili olabilen  politikalar, ana hatlarıyla verilmeye çalışıldı. Bu döneme ait sayısal veriler genellikle yetersiz olup bazen farklı kaynaklarda farklı düzeylerde bildirilmektedir. Ancak 1923-1938 dönemi yepyeni bir ülkenin kuruluş dönemidir. Bu dönemde, ülke bilgi ve sermaye kaynaklarının birikimi ve geleceğe aktarılması için pek çok olanaklardan yoksundu.
Biz bu kısa çalışmamızda daha çok T. BULUTAY ve arkadaşlarının (1974) “Türkiye Milli Geliri : 1923-1948”, Ş.R. HATİPOĞLU’nun (1936) “Türkiye’de Zirai Buhran”, Birinci Köy ve Ziraat Kalkınma Kongresi yayını (1938) “Türk Ziraat tarihine Bir Bakış” ve 1933-1935 döneminde yayınlanan “KADRO” dergilerinden  ve zamanımızın el verdiği oranda diğer kaynaklardan yararlanmağa  çalıştık. Bu çalışma, Atatürk dönemi tarımını tümüyle değerlendirdiği savında değildir. Konu ana hatlarıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Zaten ekonomiyi incelerken bir bölümünü ele almak çoğu kez yanıltıcı olabilmektedir.Bu nedenle ekonomi kendi öğelerinin karşılıklı etkileşimi dikkate alınarak incelendiğinde anlamlı sonuç ve yorumlara ulaşabilir.
I- 1923-1938 DÖNEMİNDE TÜRK TARIMININ YAPISI
1023-1938 dönemine ait ayrıntılı sosyo-ekonomik yapı analizlerine elverişli sağlıklı
verilerin bulunmadığı daha önce belirtilmiştir. Burada bu döneme ait bazı bilgiler ile daha sonraları Devlet İstatistik Enstitüsü’nün derlediği bilgiler değerlendirilmiştir. Bu konuda çeşitli yayınlar bulunmasına karşın  en önemlisi T.BULUTAY ve arkadaşlarının (1974) “Türkiye Milli Geliri : (1923-1948)” adlı çalışmasıdır.
Cumhuriyet’in  kurulduğu yılda 12.6 milyon kişi olarak tahmin edilen ülke nüfusu,  1927 sayımında  13.6 milyona, 1935’de  16.2  milyona ve 1938’de 17.0 milyona ulaşmıştır (Tablo : 1)[7],[8]. Bu nüfusun yaklaşık yüzde 80’i köylerde yaşamaktadır. Bu dönemde toplam nüfusun yıllık artış hızı yüzde 2.03-2.23 arasında değişirken, köylü nüfusunda da yüzde 2.11-2.22 arasında bir artış hızı görülmüştür (Tablo : 2).
Tablo : 1. Atatürk Döneminde Nüfustaki Değişmeler
                        Toplam                        Köy                 Köy
                        Nüfus                          Nüfusu             Nüfusunun
                        (bin kişi)                      (bin kişi)           Toplam Nüfusa
                                                                                  Oranı (%)
1923                12582,0                      10017,0           79,61
1927                13648,3                      10866,0           79,61
1932                15167,0                      12074,0           79,61
1935                16158,0                      12916,2           79,94
1938                17016,0                      13603,0           79,94
Kaynak : Bulutay T., Y.S. Tezel  ve N.Yıldırım.  “Türkiye Milli Geliri (1923-1938). A.Ü. Siyasal Bilgiler fakültesi yayınları No: 375, Ankara 1974, Tablo. 4.2
1935 sayımına göre erkek nüfusun yüzde 23.3’ü, kadın nüfusun da ancak yüzde 8,2’si okur-yazar idi. Yine aynı istatistiklere göre 10.000’den az nüfuslu yerlerde nüfusun yüzde 89.3’ü  okur-yazar değildi[9]
1927 tahmillerine göre  faal nüfusun yüzde 81.6’sı tarımda,yüzde 5.6’sı endüstride, yüzde 4.8’i ticarette, yüzde 4.8’i memur olarak ve askeri hizmetlerde çalışıyordu [10]. 1938’lerde ise tarımda çalışan nüfus yüzde 81, Sanayide çalışan nüfus yüzde 8, ticarette çalışan nüfus yüzde 4, memur ve asker nüfusu da yüzde 5 civarında idi[11].
Tablo : 2.  Atatürk Döneminde Nüfusun Yıllık Artış Hızı (%)
                                 1923-1927                  1928-1932                  1933-1938
1) Nüfus :
            a) Toplam            2,12                           2,23                            2,03
            b) Köy  Nüfusu    2,12                           2,22                            2,11
Kaynak : Tablo : 1’den hesaplanmıştır.
1923-1938 döneminde ulusal gelirde önemli değişmeler görülmektedir. 1948 yılı fiyatlarıyla gayri safi milli hasıla 3,7 milyar TL. dan 8,5 milyar TL.na, harcanabilir gelir 3.,2 milyar TLdan  6,9 milyar TL na; sanayi geliri 0,4 milyar TL.dan 1,2 milyar TL.na ve tarımsal  gelir 1.7 milyar TL.dan 3,8 milyar TL.na ulaşmıştır.
Tablo :3 Atatürk Döneminde Tarım, Sanayi ve Ulusal Gelir İle Kullanılabilir Gelirdeki Değişimler (1948 yılı üretici fiyatları ile, milyon TL. olarak).
                         1923-1927                  1928-1932             1933-1938            1938
                               Ort.                                 Ort.                           Ort.
Tarım                 1682,4                        2405,1                        3121,0             3808,6
Sanayi                 364,7                         580,7                          1025,7             1236,1
GSYİH                 3723,5                       5244,6                        7136,6             8549,5
GSMH                  3695,8                       5222,9                        7123,8             8537,5
Kullanılabilir Gelir 3222,1                       4418,5                        5788,3             6917,3
Kaynak : Tuncer Bulutay, Yahya S.Tezel ve Nuri Yıldırım. Türkiye Milli Geliri (1923-1948). A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları :375, Ankara 1974, çeşitli tablolardan derlenmiştir.
Tablo :4 Atatürk Döneminde GSMH, GSYİH, Sanayi ve Tarım Gelirlerindeki Değişmeler
                               1923-1927      1928-1932      1933-1938             1938
1) Tarım                   100,00             142,96             185,51                226,38
2)  Sanayi                 100,00             159,23              281,24               338,94
3) GSYİH                 100,00              140,85             191,66                229,61
4) GSMH                  100,00               141,32             192,75                231,01
5) Harcanabilir Gelir 100,00                137,13             179,64                214,68
Kaynak : Tablo 3’den hesaplanmıştır.
1923-1927 yılları ortalaması 100 kabul edildiğinde 1938’de GSMH[12] 231, GSYİH[13] 230, harcanabilir gelir 215, sanayi geliri 339 ve tarımsal gelir 226 olmuştur. (Tablo : 3.4). Tarımın GSMH’daki payı yüzde 44-46[14] arasında değişirken, sanayi sektörünün payı da yüzde 9,87’den  yüzde 14,48’e ulaşmıştır. Öte yandan kullanılabilir gelirin GSMH’ya oranı 1923-1927 döneminde yüzde 87,18 iken bu oran giderek azalmış ve 1938’de yüzde 81,02’ye düşmüştür. Bunu ulusal ekonomide yatırım oranlarının giderek yükseldiği anlamında yorumlamak mümkündür (Tablo : 5).  
Ekonomik gelişmenin en önemli ölçütü olan fert başına gelirin, incelenen dönem boyunca kararlı bir artış gösterdiği göze çarpmaktadır. 1928-1932 döneminde artış hızında bir yavaşlama görülmüşse de planlı sanayiye geçildikten sonra artış hızı yine yükselmiştir. 1948 fiyatlarına göre 1923-1927 döneminde fert başına gelir 281,83 TL. iken bu değer 1938’de yüzde 78 artarak 501,73 TL’na ulaşmıştır. Yıllık artış hızı ise 1923-27 döneminde yüzde 5,77, 1928-32’de yüzde 4.10 ve 1933-38 döneminde  en yüksek düzeye ulaşarak yüzde 7,56 olmuştur (Tablo: 6).
Tablo : 5 Atatürk Döneminde tarım, Sanayi Gelirleri ile Kullanılabilir Gelirin GSMH içindeki Payı  (%)
                     1923-1927       1928-1932        1933-1938         1938
Tarım                     45,52           46,05                 43,81              44,61
Sanayi                     9,87            11,12                 14,40              14,48
Kullanılabilir Gelir 87,18             84,60                81,25               81,02
Tablo : 6 Atatürk Döneminde Fert başına Düşen Gayri Safi Milli Hasıladaki  Değişmeler (1948 Yılı Üretici Fiyatları İle).       
                                     1923-1927      1928-1932   1933-1938      1938   
Fert başına GSMH(TL)  281,93            359,05          437,71          501,73
Endeks                            100,0               127,4           155,3             178.0
Yıllık Artış Hızı (%)          5,77                 4.10             7,56                    -
KAYNAK : Tuncer Bulutay ve Ark. (1974), Tablo : 8.1
1923-1938 dönemindeki tarımsal yapıya  gelince, 1925-1927 yıllarında Anadolu tarımında “vaha tipi bir tarımsal karakterin” hakim olduğu bazı kaynaklarda kaydedilmektedir[15]. 1927’lerde ekilebilir arazinin toplam ülke arazisinin yüzde 32’si olmasına karşın, fiili ekili alan yüzde 4,9 civarında idi[16]. Ortalama işletme  büyüklüğü 25 dekar ve bir işletme başına düşen çift hayvanı sayısı 1,9 adet civarındadır. Yine 1927’lerde ülke düzeyindeki traktör, çayır makinesi, tırmık, biçerbağlar, harman makinesi, tınaz makinesi ve triyör sayısı 15.711 adet olarak saptanmıştır. Ekili alanların  yüzde 89.5’i tahıla, yüzde 3,9’u baklagillere ve yüzde 6,6’sı sınai bitkilere ayrılmıştır. Pazarlarda fiyat dengesi tam anlamı ile hassaslaşmamış, aynı ürünün farklı pazarlardaki fiyatları da farklı bir düzeyde oluşmaktaydı. Nitekim 1927 yılında bölgeler düzeyinde gözlenen  buğday fiyatlarının “minimum fiyat/maksimum fiyat” oranının “1”den farkı 0,24 ila 0,67 arasında değişirken, 1969’larda bu farkın 0,002 ila 0,130 arasında değiştiğini belirtmek yeterli olacaktır[17].
Tarımsal üretim değeri (orman ve su ürünleri hariç) 1924-1927 ortalaması, 1948 fiyatları ile, 2,7 milyar TL. iken 1938’de yüzde 72,9 artarak 4,8 milyar TL.na ulaşmıştır (Tablo : 7). 1924-1927 ortalaması baz alındığında  1938’de bitkisel üretim 213,7 olmasına karşın hayvansal üretim yüzde 38,1’lik bir artışla ancak 138,1’e ulaşmıştır. Hayvansal üretimi, 1925’den sonra uygulanan yüksek sayım vergilerinin olumsuz yönde etkilediğini belirtmek yerinde olur (Tablo : 8). Üretimdeki büyümelere gelince 1924-27 döneminde toplam tarımsal üretimde negatif bir büyüme görülürken, hayvansal üretimde ve sınai bitkisel üretimde pozitif yönde bir büyümenin olduğu görülmektedir. 1927-32 döneminde sınai bitkiler ve hayvansal üretimde negatif bir büyüme görülürken  toplam tarımsal üretimde yüzde 6,5 oranında bir büyüme sağlanmıştır. 1932-1938 döneminde toplam tarımsal üretim yüzde 13,93, sınai bitkiler üretiminde yüzde 29,18’lik bir büyüme sağlanmıştır (Tablo : 9). 1962-77 döneminde tarımsal büyüme hızının yüzde 3-6 arasında değiştiği burada belirtilirse, 1923-38 dönemindeki büyüme hızının , özellikle 1932’den sonraki büyüme hızının, küçümsenecek bir değer olmadığını burada vurgulamak gerekir.

Tablo : 7 Atatürk Döneminde Tarımsal Üretimdeki Değişmeler (1948 Fiyatlarıyla, 1000 TL)
                                          1924-27          1928-32          1933-38                 1938
                                                Ort.                 Ort.                 Ort.
1. Hububat                          679 122,0        1 037 454,4     1 377 119,8     1 745 740,0
2. Bakliyat                             38 577,3             75 785,2          78 698,3          83 085,0
3. Diğer Tarla Ürünleri        274 988,3           286 062,4        362 965,7        420 978,0
4. Meyveler                         229 055,8           296 217,6        362 755,8        361 403,0
5. Sebzeler                           43 391,0             60 336,8          77 488,2          92 750,0
6. Toplam Bitkisel Üretim  1 265 134,4           1 755 906,4     2 259 027,8     2 703 956,0
7. Hayvancılık[18]               1 481 814,5       1 118 908,2     1 732 948,0     2 046 530,0    
8.Top. Tarımsal Üretim[19] 2 746 948,9          2 874 804,6     3 991 975,8     4 750 486,0
Tablo :8 Atatürk Döneminde Tarımsal Üretimdeki Değişmeler (1924-1927 Dönemi 100 Kabul Edildiğinde )
                                          1924-27          1928-32          1933-38          1938
1. Hububat                        100,0               152,8               202,8               257,1
2. Bakliyat                         100,0               196,5               204,0               215,4
3. Diğer Tarla Ürünleri      100,0               104,0               132,0               153,1
4. Meyveler                       100,0               129,3               158,4               157,8
5. Sebzeler                       100,0               139,1               178,6               213,8
6. Top.Bitkisel Üretim       100.0               138,8               178,6               213,7
7. Hayvansal Üretim          100,0                 75,5               116,9               138,1
8. Top.Tarımsal Üretim     100,0               104,7               145,3               172,9
Tablo : 9 Atatürk Döneminde Çeşitli Tarımsal Alt Kesimlerde Yıllık Üretim  Artış Hızları.
                                       1924-27          1928-32          1933-38          1924-38
1. Hububat                         -2,17             13,58               17,65               14,38
2. Bakliyat                         -11,66             34,63                 6,34                 9,67
3. Diğer Tarla ürünleri         0,26              -8,86               29,18                 3,63
4. Meyveler                         -5,30             13,69               -1,16                2,12
5. Sebzeler                          -2,98              8,08               13,36                 8,69
6. Bitkisel Üretim                 -2,98               8,08               13,36                 8,69
7. Hayvansal Üretim            10,08             -1,99                6,05                 3,99
8. Tarımsal Üretim[20]        -1,06               6,50               13,93                 9,04
9. Gayrisafi Milli Hasıla        5,41                6,78               10,51               10,25
II- ATATÜRK DÖNEMİNDE TARIMSAL POLİTİKADE ALINAN BELLİ BAŞLI ÖNLEMLER
A. 1923-1930 DÖNEMİ                  
Atatürk dönemi ekonomi politikasının uygulanma dönemini, iki ana zaman dilimine göre incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi 1930 yılına kadar olan ve tamamıyla liberal bir politikanın uygulandığı dönem; ikincisi de 1930’dan sonraki yeni bir model arama dönemidir.
1923-30 döneminde yasal bakımdan alınan en önemli ekonomik önlem 17 Şubat 1925’de 552 sayılı yasa ile Aşar vergisinin kaldırılmasıdır.1924 bütçesinde köy vergileri yüzde 27,5, kent vergileri de yüzde 5,5 civarında idi. Köy vergilerinin de yüzde 21,3’ünü Aşar vergisi teşkil ediyordu.Devletin bu vergi gelirinden vazgeçmesi tarıma önemli bir kaynak bırakması demekti. Öte yandan aşar olgusu sadece bir vergi olgusu da değildir. Zira aşarın toplanmasını üstlenen mültezimler ve adamları köylü üzerinde, bu vergi yoluyla “bir soygun hükümranlığına” da sahipti [21],[22].  O nedenle aşarın kaldırılması sadece mali yönden değil, köylüye bu yolla yapılan zulmü de kaldırması bakımından son derece önemli olmuştur.
Buna karşılık sadece koyun ve keçiden alınan sayım vergisi  (ağnam vergisi) kapsamına 1925 yılında deve ve domuz, 1926 yılında da tüm hayvanlar alınmıştır. Koyun ve keçinin 1925’de 23 kuruş olan vergisi, 1926’da 30 kuruşa, 1929’da 60 kuruşa çıkarılmış ve  1932’de ise 50 kuruşa indirilmiştir. Benzer şekilde 1926’da 80 kuruş olan sığır vergisi 1929’da 125 kuruş, 1931’de 100 kuruş ve 1932’de 90 kuruş olmuştur. Yine 1926’da 30 kuruş olan merkep vergisi 1930’da 60, 1931’de 50 kuruş olmuştur. Kısacası 1926-30 döneminde hayvan sayım vergisi 1,5-2 kat arasında bir artış göstermiştir. Bu vergilerin hayvan sayısında ve hayvansal üretimde gelişmeleri olumsuz yönde etkilediği söylenebilir. Nitekim 1931’den itibaren bu vergilerde azda olsa düşüşler görülür[23].
Bu vergiler yanında arazi vergilerini ve yol parasını da saymak gerekir.
Vergiler dışında tarıma teşvik açısından değerlendirilebilecek hususlar ise traktör ve diğer alet makine, gübre ve akaryakıt vb. konularında gösterilen kolaylıklardır.Örneğin 1923-29 yılları arasında 2500-3000 civarında traktör[24] dış alımı yapılmış, devlet bu dış alım için 6,7 milyon TL. bir fedakarlık (sübvansiyon) yapmıştır[25]. Yine devlet 1923-30 döneminde yılda ortalama 631,5 ton yapay gübre ithal etmiştir[26].
Bunun yanında tarıma bir takım krediler de verilmiştir. Ayrıca 1927 yılında devlet, Yüksek Ziraat Enstitüsünü kurmuş ve bu iş için o günkü olanaklarla büyük bir para sayılabilecek bir meblağda (1,5 milyon TL.) ayrılmıştır.
Çeşitli ulaşım politikalarını ve askerlik süresinin kısaltılmasını burada tarım lehine girişimler olarak  kaydetmek yerinde olacaktır. 1923-30 dönemi için kayda değer bir olay da 1927-30 yılları arasında bir Sovyet uzmanlar heyetinin Türk tarımını incelemesidir. Türkiye’den alınan tohum ve materyaller 50 kadar Sovyet araştırma istasyonunda denenmiş ve daha sonra bu inceleme ve deneme bulguları “Zirai Türkiye” adı altında 1000 sayfalık bir rapor haline getirilmiştir[27].
1923-30 döneminde ayrıca çiftçiye götürülen hizmetlerin, özellikle kooperatifler eliyle ulaştırılmasına de önem verilmiştir. Bunun için  1923’de “İstihsal Alım ve Satım Ortaklık Kooperatifleri Nizamnamesi” çıkarılmıştır. Yine 1923’de Atatürk’ün hazırlanmasına bizzat yönlendirdiği “Kooperatif Şirketler” adlı küçük fakat anlamlı bir rapor hazırlanmıştır[28]. 1924’de ilk kooperatifçilik yasası olan “İtibarı Zirai Birlikler Kanunu” çıkarıldı. Bu kanunun uygulanması ciddiyetle ele alındığından 1929’da onun yerine “Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu” çıkarıldı. Bütün bunlardan amaç temel  üretim dalı olan tarımda üretkenliği arttırmak ve tarımsal üretimde pazar ilişkilerini canlandırmaktır. Ancak yasal düzeyde kalan bu çabalar tarımda beklenen canlılığı kazandıramadı.
1.1930-38 DÖNEMİNDE TARIMSAL ÜRETİME YÖNELİK ALINAN TEDBİRLER
1923-30 döneminde bazı yasal ve kısıtlı desteklemelere karşın tarım politikaları için etkin  tedbirlerin alındığı söylenemez. Hatta bu etkinliğin 1930’lu yılların ortalarına kadar bulunmadığı da bir gerçektir[29],[30].
Nitekim tarımda etkin  bir politikanın uygulanamayışı, 1929 dünya bunalımının da etkisiyle üretimi ve çiftçi gelirlerini düşürmüştür. 1927 yılı 100 kabul edildiğinde çiftçi eline geçen fiyatlar tütünde 1930’da 59,6’ya  1932’de 33,3’e;  pamukta 1930’da 77,9’a 1933’de 45,8’e; nohutta 1930’da 77,9’a, 1933’de 37,2’ye; baklada 1930’da 70,9’a, 1933’de 29,9’a; buğdayda 1930’da 55,5’e, 1934’de 27,9’a; arpada 1930’da 46,2’ye, 1933’de 25,3’e kadar düşmüştür.
Buna karşılık 1 kg şeker için 1927’de 3,74 kg buğday, 5,96 kg arpa, 32,20 kg şekerpancarı verilebilirken, 1933’de 1 kg şeker için 6,60 kg buğday, 12,04 kg arpa ve 38,90 kg şeker pancarı ödemek gerekmiştir. Yine, 1927’de 1 lt. petrol için 1,62 kg buğday, 2,57 kg  arpa ödenebilirken 1933’de 3,45 kg buğday ve 8,50 kg arpa ödenmesi gerekmiştir. Aynı şekilde 1 metre pazen için 1927’de 2,71 kg buğday ve arpa ödenirken 1933’de 5,60 kg buğday ve 13,75 kg arpa ödenmesi gerekmiştir[31],[32].
Bütün bu olgular 1930’larda Türkiye’ye, yeni ekonomi politikaları aramaya ve ülke özeline uygun kurumsal yapıları oluşturmaya  yöneltmiştir. Bunun için öncelikle  tarım ve sanayinin bütünleşmesinin ve bütünleşik bir politika içinde ele alınması gerekiyordu. Öte yandan ülkenin bu sorunu çözümlerken dışarıdan alabileceği hiçbir maddi yardım kaynağı ve model bulunmuyordu. Bu modelin Türkiye koşullarına  uygun olması gerektiği  gibi maddi kaynağını da  ülke bizzat kendisi yaratmak zorundaydı.
Öncelikle taşımacılık yoluyla tüm ülke pazarlarının birbiriyle bağlantılı hale getirilmesi gerekiyordu. Zaten devlet 1923 yılından bu yana taşımacılığa büyük önem vermişti. 1923’den beri bir yandan demiryolları devletleştirilirken, öte yandan 2300 km’lik bir demiryolu ağı yapımı da planlanıyordu.
Bunun yanında sanayinin planlanması ve programlanması gerekiyordu. Nitekim 1930’dan sonra başlanan planlama çalışmaları 17 Nisan 1934 tarihinde Bakanlar Kurulunca ilan edilmiştir. Bu plan ilk 5 yıllık sanayi planıdır. Tüm toplumsal olgular bu plan içine alınmamakla birlikte  planın iktisadi konularda toplumcu bir özü de içinde taşıdığı söylenebilir [33].
Plan,  başta tekstil sanayi olmak üzere; kimya, maden, demir-çelik, kendir-keten, kağıt-selüloz, kükürt, seramik vb. gibi iş ve sanayi kollarını içeriyordu. Böylece Türk ekonomi politikasında  bazı somut hedefler dile getiriliyordu. Bu hedefler  “üç beyazlar” ve “üç siyahlar” şeklinde özetlenmiştir. “Üç beyazlar” un, şeker ve pamuklu bezin, “üç siyahlar” da demir, kömür ve akaryakıtın ülke içinde  kendi olanaklarımızla elde edilmesini temel hedef olarak kabul ediyordu.
Kısacası devlet taşımacılıkta, sanayide ve özellikle kalkınmanın yerel kaynağını sağlayabilecek belirli, stratejik tarımsal ürünlerin üretilmesinde, ticaretinde ve sanayide kullanılmasında etkin görevler üstlenmeğe hazırlanmıştır. Bunun için 1932’de çıkarılan “Buğday Koruma Kanunu” ile buğday alımları için bölge, il ve hatta ilçe düzeyinde örgütlenmelere gidilmiştir. Böylece beslenmede en önemli bir faktör olan buğday ticaretinde ve üretiminde devlet etkin bir görev yüklenmiş ve daha sonra bu organizasyon 1938’de kurulan Toprak Mahsülleri Ofisi’nin çekirdeğini oluşturmuştur.
Bunu takiben 1935’de çıkarılan 2834 sayılı “Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında Kanun” ile özellikle dış piyasalarda talebi olan  ve ülkenin döviz gereksinimini sağlayabilecek olan pamuk, fındık, kuru üzüm, incir, zeytin yağı vb. gibi ürünlerin iç ve dış pazar denetimini devlet dolaylı bir şekilde üstlenmiş oluyordu. Aynı şekilde 2836 sayılı “Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu” ile de bu gibi ürünlerin üretimi için kamu kredilerinin köylere kadar kolayca ulaşması örgütleniyordu.
Tütün üretiminin denetlenmesi, tütün ticareti ve sanayi zaten devlet tekeline alınmıştı. Öte yandan tarımın mekanize olması için Zirai Kombinalar üzerinde de duruluyordu. Bütün bu uygulamaların ve gerekli bilgilerin kırsal yörelere bilinçli bir şekilde aktarılması gerekiyordu. Bunun için modele ve  koşullara uygun bir eğitim programı gerekliydi. Bu nedenle uzun süredir tartışılan bir programın ilk denemesi (Köy Enstitüleri Denemesi) İzmir Kızılçullu Öğretmen Okulu’nda 1937’de uygulanmaya konuluyordu[34].
Bütün bu çalışmaların finans boyutu da düşünülmüştür. Özellikle sanayinin ve kentsel kesim üreticilerinin finansman sorunlarını çözecek Halk Bankası, Etibank, Sümerbank, vb.. bankaların örgütlenme çalışmaları sürdürülürken, T.C. Ziraat Bankası  yasasında 1937’de önemli değişikliklere gidilerek tarım sektörünün ve kooperatiflerin ana bankası konumuna getirildi.
SONUÇ
Yukarıda belirtilen hususlar dikkatli şekilde incelenirse, Atatürk döneminde, özellikle 1930’lu yıllarda , tarım, sanayi ve hizmetler kesimi birbirleriyle karşılıklı bir etkileşim dokusu içinde ele alınmış olup, bu dokunun geniş alanlara aktarılması için Köy Enstitüleri’nin “iş içinde eğitim” ilkesi ile pekiştirilmesi hedeflenmiştir. Daha 1935’de C.H.P. Kurultayını açarken Atatürk, 1931’lerden bu yana uygulanan ekonomi politikasını şöyle değerlendirmektedir :
“Geçen dört yılın başlıca işleri ekonomi alanında olmuştur. Birçok ülkeler, dünya buhranı karşısında sarsılmış ve umutsuzluğu düşmüşken biz bu büyük felaket karşısında  hiç irkilmedik. Yurdun ekonomisinin yeni bir düzene  yöneltmiş bulunuyoruz. Uluslar arası ticareti denkleştirerek, iç pazarı harekete geçirerek kendimizi korumağa başladık. Asıl önde tuttuğumuz iş, geniş bir endüstri programını gerçekleştirmeğe başlamak olmuştur. Bu program tamamıyla gerçekleştiği gün, şüphesiz yurttaşın geçimi hissolunacak derecede genişleyecektir.
“Tarım ve endüstri hareketlerimiz birbirini kollayan tedbirlerle yapılmaktadır.
“Görüyorsunuz ki arkadaşlar , yepyeni bir güdümlü ekonomi düzeni kurmakla meşgulüz.”
İşte bunun için önce tarımın   bir fazla  (surplus agricole) yaratabilecek duruma geçmesi, daha sonra bu fazlanın denetimli olarak  sanayie  aktarılması ve sanayide  kullanılması, sanayinin tarımsal üretimi çerçevelemesi, bu olgunun oluşumunda en önemli öğe olan insanın yetiştirilmesi  önem arz ediyordu.
Onun için kırsal alanlara devletin tarımla ilgili  teşvik ve desteklerinin iletilmesi, sonuçlarının izlenerek pazara arz ve talep olarak yansıması son derece  de önemliydi. Bu olguların yaratılmasında, bu yazıda pek ağırlık verilmeyen kooperatifler de, önemli bir araç olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Kırsal kesimin arz ve talebini birleştirmede devletin ekonomi politikasına kooperatiflerin katkısını çok iyi kavrayan Atatürk, bir devlet başkanı için son derece de ayrıntı sayılabilecek ölçüde kooperatiflerle ilgilenmiştir.
Burada bir noktaya daha vurgulamakta yarar vardır. Atatürk belli bir ekonomik modelin  ısrarlı bir savunucusu olmaktan çok,  modelin seçiminde ve sentezlenmesinde en önemli etkenin Türkiye’nin güncel sorunlarının çözüm koşullarının irdelenmesi olduğunu, tüm davranışları ile ortaya koymuştur. O nedenle Atatürk ve yakın çevresi, Türkiye’ye ve özellikle emperyalizme karşı kurtuluş savaşı vermiş az gelişmiş ülkelere özgü bir modelin geliştirilmesi üzerinde durmuşlardır. Bu modelin oluşmasında ve gelişmesinde yeterli bir başarıya ulaşılamadıysa, bunun nedenini Atatürk’ten sonra ekonominin ve toplumun Atatürk’çü bir çizgide yönlendirilmemesinde aramak gerekir.
Dr. Ayhan ÇIKIN
Kasım 1981, İzmir
KAYNAKLAR
1.         Anonim (1938). Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış. Devlet Basımevi, İstanbul.
2.         Anonim (1941). Köy Enstitüleri. I.Maarif  Matbaası. İstanbul.
3.         Anonim (1973). Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50.Yılı,  D.İ.E. Yayın No : 683, Ankara.
4.         Anonim (1977). Kooperatif Şirketler. Ankara
5.         Atasagun, Y.S. (1943). Türkiye’de Zirai Borçlanma ve Zirai Kredi Politikası. Kenan Matbaası. İstanbul.
6.         Avcıoğlu, D. (1973). Türkiye’nin Düzeni : Dün-Bugün-Yarın. Cilt I.,Bilgi Yayınevi. Ankara
7.         Aydemir, Ş.S. (1966). Tek Adam Mustafa Kemal. 1922-1938, Cilt 3, Remzi Kitapevi. İstanbul.
8.         Aydemir, S.S. (1931). Cihan İktisadiyatında Türkiye. Ankara
9.         Bulutay, T., Tezel. Y.S. ve Yıldırım, N. (1974). Türkiye Milli Geliri (1923-1948), A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi yayınları. No. 375, Ankara.
10.      Ergin, F. (1977). Atatürk Zamanında Türk Ekonomisi, İstanbul.
11.      Gedikoğlu, Ş. (1971). Evreleri, Getirdikleri ve Yankılarıyla Köy Enstitüleri. Ankara.
12.      Hatipoğlu, Ş.R. (1936). Türkiye’de Zirai Buhran. Yüksek Ziraat Enstitüsü. Ankara. (*)
13.      Kadro Dergisi, Cilt 1,2,3, Tıpkı Basım. 1979, A.İ.T.İ.A. Ankara.
14.      Tekeli, İ. Ve İlkin, S. (1977). 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, Orta Doğu Teknik Üniversitesi; Ankara.
15.      Tör, V.N. (1980). Kemalizmin Dramı. Çağdaş Yayınları, İstanbul.
16.      Tör, V.N. (1933).  “Ziraat Siyasetimizde Liberalizmden Devletçiliğe”. Kadro Dergisi, (19) (20). S.(17-22) (12-19). Ankara.
17.      Yerasimos, S. (1976). Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Cilt. 3, Çev. B.Kuzucu, Gözlem Yayınları; İstanbul.

________________________________________
[1] Bu makale, “Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi,  Atatürk  Özel Sayısı, 1981, Sayı :1,2,3,  s. 1-12” de yayınlanmıştır.
[2] Vedat Nedim TÖR, Kemalizmin Dramı, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1980.
[3] Akt. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam : Mustafa Kemal, Cilt 3, İstanbul, 1966, s. 350.
[4] Geniş bilgi için bkz. “Kadro Dergisi”, Tıpkıbasım, Ankara İTİA yayını, Ankara, 1979.
[5] Vedat Nedim Tör, a.g.e., s. 17
[6] Tuncer Bulutay, Yahya s. Tezel, Nuri Yıldırım. Türkiye Milli Geliri (1923-1948), A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No. 375, Ankara, 1974, s. 8.
[7] T.Bulutay ve ark. A.g.e., çeşitli sayfalar.
[8] Z.Y.Herslag. “Turkey : The challenge of growth”, Leiden, 1968. (Akt. S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”, Cilt III,  İstanbul, 1976, s.1311.
[9] Maarif Bakanlığı. Köy Enstitüleri: I, Maarif Matbaası, İstanbul, 1941, s. 1.
[10] Şevket Raşit Hatipoğlu. Türkiye’de Zirai Buhran, Yüksek Ziraat Enstitüsü Yayını, Ankara,1936, s. 20.
[11] Maarif Bakanlığı (1941),a.g.e. s.2.
[12] GSMH : Gayrisafi Milli Hasıla
[13] GSYİH : Gayrisafi Yurtiçi Hasıla
[14] Bu oran çeşitli eserlerde farklı düzeylerde verilmektedir.
[15] Zhukovsky’den akt. İlhan Tekeli ve Selim İlkin. 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları , ODTÜ Yayını, Ankara, 1977, s. 36.
[16] Şevket Süreyya . Cihan İktisadiyatında Türkiye, Ankara, 1931, s. 12.
[17] D.İ.E. Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı, Ankara, 1973, s.84-87.
[18] Envanter artışları dahil.
[19] Orman ve su ürünleri hariç.
[20] Çiftçilik (bitkisel ve hayvansal üretim), ormancılık ve balıkçılık dahil.
[21] Ş.S.Aydemir, a.g.e., s.360.
[22] Ş.R.Hatipoğlu, a.g.e., çeşitli sayfalar.
[23] Ş.R.Hatipoğlu, a.g.e., s.77-78.
[24] Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Cilt 1, İstanbul, 1973, 6. Basım, s.313.
[25] Ş.R.Hatipoğlu, a.g.e., s.15.
[26] T.Bulutay ve ark., a.g.e., s.37/A.
[27] Basımı için Türkçe’ye çevrilen eser, dönem için önemli kaynak bilgileri taşımaktaydı; ancak bu rapor Ziraat Bakanlığı’nda kaybolmuştur (Bkz. Ş.S.aydemir, a.g.e., s.357).
[28] Kooperatif Şirketler, Matbuat ve İstihbarat Müdiriyeti Umumiyesi Neşriyatından :24.(Yeni basım: Türk Kooperatifçilik Kurumu Yayınları No.30, Ankara,1977)
[29] Vedat Nedim (Tör), “Ziraat Siyasetimizde Liberalizmden Devletçiliğe”, Kadro Dergisi, Sayı 19, Temmuz 1933, s.17-22.
[30] Vedat Nedim (Tör), “Devletçi Bir Ziraat Siyasetinin Ana Prensipleri”,  Kadro Dergisi, Sayı 20, Ağustos 1933, s. 12-19.
[31] Ş.R.Hatipoğlu, a.g.e., çeşitli sayfalar.
[32] İ.Tekeli & S.İlkin, a.g.e., s.85-87.
[33] Ş.S.Aydemir, a.g.e., s.376-377.
[34] Şevket Gedikoğlu, Evreleri, Getirdikleri ve Yankılarıyla Köy Enstitüleri, Ankara,1971, s. 28 ve dv.
                                                                      HARİTALAR

TÜRKİYE BİTKİ HARİTASI


                                           TÜRKİYE TOPRAK DAĞILIMI HARİTASI
                                                    
                                         DÜNYA TARIMSAL ALANLAR HARİTASI
                                         TÜRKİYE TARIMSAL ÜRETİM HARİTASI
TÜRKİYE TARIM TAHIL ÜRÜNLERİ HARİTASI
DÜNYA TOPRAK TİPLERİ HARİTASI


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bu Blogda Ara